Çelik Kasanın Şifresi


        Hər zerresi toprak olan bedenlerin sahipleriyiz Bedene sahibiyyet, âlâ muhafazayı gerektirir. Bu mücevheri, şifreli çelik bir kasaya koymalı, emanete sadık kalmalıdır. Bahsedilen kasa, Hz Allah 'ın himayəsi, şifre ise hayâdır.

         Hayâ, utanabilme duygusudur. Hz. Allah' ın çelik kasa benzetimi yapılan himayəsi için bir şifre mesabesindedir. İnsanın bədəni, aklı, yüreği, bu şifre ile korunur. Kötü eller, bu mücevhere dokunamaz. Kişi, şifresini korumadığı, başkalarının da öğrenmesine izin verdiği zaman, kasa açılır. Nə kadar edep hırsızı varsa, hazinemiz olan bedenimiz, aklımız ve yüreğimizi ele geçirir. Çalınan her malın sonu da malumdur. Harcanır ve değerini kaybeder. Neslimizin geldiği hal, bu duruma delildir. Nerede kaldı Osmanlı'nın biri hanıma biri ere özel tokmakları, nerede kaldı ağzında taşla konuşan Aişe(r.a) ler ve  artık mevzu bile değil helada kendinden utanan Ebu Bekir(r.a)ler. Eskileri masum kılan bu şifreydi. Evlerde güvenle büyürdü çocuklar. Bu usulle kurulurdu yuvalar. En mühimi de gönüllerde bu şifre ile korunurdu sevgiler ve aşklar. Bu şifre öğrenileli, ne masumiyetin, ne güvenin, ne edebin ne de sevginin tadını alamaz olduk. Çünkü biz insan olmayı unuttuk, sadece yaşamaya, gönül eğlendirmeye odaklandık. Ve sonucunda da Arapça'da "Yaşayan" manasına gelen HAYVANdan bir farkımız kalmadı. Artık mevzu, dünya tarlasını ahiret için ekmek değil. o tarlada yalnızca YAŞAMAKTI. 

         Hayâ, insan ürününün kullanma kılavuzuydu. Rabbi bu kılavuzu bilerek gönderdi ürünün yanında. O kılavuz varken insan bozulmazdı ve itibarına zarar gelmezdi. Kılavuzun önemini yitirmemizle edebimizi de yitirdik. Niyetim kınamak değil, sadece farkındalık sağlamak. Ama şöyle bir gerçek var ki bizi utanamamak mahvetti. Bizi flört batakları içine çekti ve heves diye, gençlik diye hoş gözüktü. Biz bataklığı, kırlık alan sandıkça, boğulduk kaldık. Halbuki mesele, gençliği temiz geçirebilmek değil miydi? Biz Peygamber Efendimiz'in kız bir dostunun olduğunu hayal edebilir miyiz? Ya Hz. Sevde'nin sesini, Efendimiz'den başkasına duyurmaktan çekinmediğini? Onların tırnağı olamayacağımızın farkındayım ama örnek almaya da mı gücümüz yetmez? Mutlu muyuz bu devirden? Mutlu muyuz içinde bulunduğumuz bu kirli dünyadan? Mutlu muyuz utanamamaktan? Hiç utanamayan anne babanın utanabilen çocuğu olur mu? Biz utanamazsak, neslimiz edeple büyür mü? Duyduğumuzda yüzleri kızartan o şarkıları nasıl dinleyebiliyoruz ? Yoksa yüzümüz mü kızarmıyor? Nasıl yediğimiz yemekleri yoksula rağmen paylaşıp gözlere sokabiliyoruz? Yaptığımız hayrı söylemeye, anne babamıza bağırmaya, onlara dilimizi sivriltmeye nasıl içimiz dayanıyor? Bize ne oldu dostlarım, neden utanamıyoruz? Hayâ imandan değil miydi? Hayâ kaybedilince, iman da bavulunu toplayıp hicret etmez mi bizden? Peki imansız ölen cenneti hakedebilir mi? 

         Tüm bunların yanında utanılmaması gereken şeyler de var tabi ki. Hayânın da bir dozu vardır. Kendimizi ifade etmekten, yardımcı olmaktan, nazik olmaktan utanmamalıyız. Utanabilmek, sert davranmak, asabi olmak değildir. Dinimiz her işte rıfk ile muameleyi öğütler. Biz Müslümanız. Müslüman, uyanık olur. Nerede nasıl davranacağını bilir. Bize düşen,sözle,yazıyla,eylemle namusumuz, iffetimize, edebimize zarar gelmemesi için uğraşmak ve bunu hayat felsefesi edinmek. 

         Bizi koruyan bu kasanın şifresini kırmak isteyen nefis zaten var. Yapmamız gereken, nefse düşmanlık edip, bir şeytan da biz olmamak. Evet genciz, heveslerimizin sonu yok. Ama akıllı olup, batıya özenmemek, utanamadan elde edilen mutlulukların geçici olacağını bilmek gerekir. İnsan, topraktır ve ona gizlenmek yakışır. Kendini ateş zannedip şeytanlaşanın, kaderi de ateşe girmek olur. Mevla'm muhafaza buyursun, fikrimize sahip çıksın. Vesselam... 

        

         

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bugünler ve Yarınlar

MEVZUMUZ ;DEHB

İÇİMDEKİ GÖLGE